Full albüm indir,Bedava Mp3 Yükle,Film,dizi,indir
Forumumuzdan yararlanabilmek icin üye olunuz.

Join the forum, it's quick and easy

Full albüm indir,Bedava Mp3 Yükle,Film,dizi,indir
Forumumuzdan yararlanabilmek icin üye olunuz.
Full albüm indir,Bedava Mp3 Yükle,Film,dizi,indir
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
avatar
Efekentli
S.Moderatör
S.Moderatör
Erkek
Keçi
Mesaj Sayısı : 902
Yaş : 105
Nerden : Dunya
Ruh HaliM : HASANKEYF Tehlik10
TaKıMım : HASANKEYF Galata10
Points Points : 143507
Kayıt tarihi : 10/09/08

Kişi sayfası
Aktiflik :
HASANKEYF Img_left100/100HASANKEYF Empty_bar_bleue  (100/100)
Başarı Puanı :
HASANKEYF Img_left100/100HASANKEYF Empty_bar_bleue  (100/100)
Güçlülük:
HASANKEYF Img_left100/100HASANKEYF Empty_bar_bleue  (100/100)

HASANKEYF Empty HASANKEYF

C.tesi 29 Kas. - 22:06
HASANKEYF

Dicle'nin kıyısında, kayalara ve kayaların uzantısı vadinin içine
sığınmıştı Hasankeyf yüzyıllar boyu. Türkiye'nin, doğası, tarihi ve
kültürüyle bir bütün olarak korunmuş bu tek Ortaçağ kenti, Batı'nın
Doğu ile karşılaştığı bu ilk kavşak, artık Ilısu Barajı'nın suları
altında kalacak.


Dicle, aşağılarda, yeni demir köprünün ayakları arasından
çağıldayarak akıyor. Dicle'nin fazla derin olmayan, yarı saydam suyunu
gümüşi pırıltılar saçan bir yola dönüştüren güneş bu pırıltılarla bir
hayal sahnesi yaratmakta gecikmiyor. Önce, suyun üzerinde birer ceviz
kabuğu gibi yalpalayarak ama hızla yol alan karaltılar fark ediliyor.
Görüntü giderek netleşiyor, konvoy hâlinde yol alan kelekler artık açık
seçik görülebiliyor. Kürekçiler küreklere var güçleriyle asılıyor,
dümencinin ise tüm dikkatini Dicle üzerindeki yıkık köprünün ayaklarına
yoğunlaştırdığı belli. "Ortaçağ'ın en gösterişli ve en büyük köprüsü"
olarak tanımlanan bu dev yapının orta kemer açıklığı 40 metreyi
buluyor. Kürekçiler içinse ne bu özelliği ne de ayakları üzerindeki
kabartma figürler önemli.


Hasankeyfliler, kendilerine mağaralara alternatif olarak sunulan
afet konutlarında yaşıyor. Nüfusu 1960'larda 30 bini aşıyordu, bugün 3
bin 600 kişi yaşıyor. Ve Hasankeyf Türkiye'nin en geri kalmış ilçeleri
arasında sondan üçüncü sırada. Tek neden, Hasankeyf'i sular altında
bırakacağı 30 yıldır söylenen baraj.


Diyarbakır'dan yola çıkmışlar, bilmem kaç gündür yoldalar.
Keleklere yüklü 52 tay ( 9620 litre ) buğday ve arpa Musul'a, oradan da
Bağdat'a götürülecek. Yıl 1726 belki de 1727. Osmanlı, İran'ın Safevi
Hanedanı ile savaşıyor; sınır boylarındaki kalelerde bulunan askerlerin
zahire ihtiyacı bu yoldan ulaştırılıyor. Diyarbekir eyaleti, Basra ve
civarının ihtiyacını karşılayan bir zahire ambarı gibi.


Yol hazırlıkları uzun sürüyor. Önce kelek tulumları sipariş
ediliyor. Kelekçilik bölgede çok eskiden beri yapılıyor.Yolculuk suyun
akış yönünde olduğundan kürekçilere pek fazla iş düşmüyor. Yalnızca
nehrin yön değiştirdiği noktalarda ya da köprülerin altından geçerken
bütün hünerlerini göstermeleri gerekiyor, hepsi o kadar.


Hısn Keyfâ'daki kalenin eteklerinden, çok önceleri yıkılmış
köprünün ayakları arasından her yıl böyle yüzlerce kelek geçiyor. Bu
konvoya kimi zaman Hısn Keyfâ'dan da zahire katılıyor. Tabii taşınan
yalnız zahire değil. Bir keresinde Bağdat'taki barut imalathanelerinde
kullanılmak üzere 200 kelek ardıç odunu, top döküm kalıpları için
toprak, demir, tel ve kalay Diyarbekir'den yola çıkmış, Hısn Keyfâ'dan
geçmişti. Basra'daki tophanede, döküm kalıplarının yapımında kullanılan
toprak Hısn Keyfâ'dan gidiyordu.


Ilısu Barajı'nın mevcut projesi, baraj gölü su kodunun 527 metre
olmasını öngörüyor. Yani mevcut proje uygulanırsa yeni köprü 26 metre
suya gömülecek. Tabii beraberinde bütün kent... Oysa yerleşim tarihi
Roma ve Bizans devirlerine kadar inen Hasankeyf Artuklu, Eyyubi,
Akkoyunlu egemenliğindeki parlak dönemlerinden kalan yapılarıyla tarihi
ve kültürel değerleri bir arada günümüze kadar koruyabilen ender
Ortaçağ kentlerinden biri.


Bir keresinde de döküm kalıpları için Hısn Keyfâ'dan 5 kelek
toprak, iki kantar demir tel, 8 kantar kalayla birlikte
gönderilmişti.Yalnız askeri malzeme değil tüccar malları da bu yolla
taşınıyordu. Hısn Keyfâ ise çeşitli malların, renk renk dokumaların
satıldığı çarşılarıyla, ta Ortaçağ'dan beri hareketli bir ticaret
hayatına sahipti. Burada dokunan sof ve abayi türü yünlü kumaşlar
özellikle 16. yüzyılda çok ünlüydü.


Doğu ile Batı, Bizans ile Sasani, Hıristiyan ile Müslüman...
Asya'dan gelen Sasani (Pers) ve Türk, güneyden gelen Arap ve İslam
batıdan gelenlerle (Roma ve Bizans) bu bölgede tanıştılar ve şüphesiz
birbirlerini etkilediler, kültürlerinden izler bıraktılar. Aralarındaki
sınır kimi zaman az doğuda, kimi zaman da az batıda kaldı. İS 3.
yüzyılda ise Bizanslıların elindeydi artık ve 7. yüzyıla kadar da bir
Bizans kalesi olarak kaldı.


Hısn Keyfâ melikesi kentini, fethe gelen Halid bin Velid'in eline
hiç savaşmadan teslim etmiş, böylece kenti yıkımdan kurtarmıştı.
Saraylar, bahçeler, kale, o zamanlar orta kısmı ahşap olan köprü,
mağara evler, en eskileri Erken Hıristiyanlık dönemine ait mağara
kiliseler ve daha sonrakiler... Bir ara Süryani Piskoposluğu'nun
merkezi de olan kentte kilise ve manastırlar 11. yüzyıla kadar
kullanıldı.


Güneş ufkun altına indiğinde hayal sahnesi yerini gerçek görüntüye
bırakıyor. Ufuk, yaşamın ve ölümün simgesi. Karayolunun geçtiği yeni
çelik köprü, eski yıkık köprünün hemen yakınında. Dicle çok geniş
yatağının sadece bir bölümünü kullanıyor. Nehrin sığ sularında biriken
kumu römorklarına yükleyen traktörler son seferlerini yapıyor. El Rızk
Camii'nde akşam ezanı okunuyor. Köprü ayaklarının dibindeki
sığlıklarda, kümeslerine dönmeden önce son banyolarını yapan kazların
çığlıkları... Dicle'nin karşı kıyısında Raman Dağı...Bu mesafeden
tamamıyla çıplak gibi görülen Raman, Türkiye'nin güneydoğusunda bir
petrol efsanesiydi... Altmışına merdiven dayamış petrol pompaları hiç
durmadan dağın eteğinde akan Dicle'yi ve karşı kıyısındaki Hasankeyf'i
selamlıyorlar. Hasankeyf onlardan çok daha yaşlı.


Hasankeyf, Hesna de Kepha, Hısn Keyfâ, Cepha, Kastron Piskephas...
`İlkçağ Anadolu'sunda, o dünyanın Doğulu süper gücü Persler,
Romalılarla sonra da Bizanslılarla burada karşılaştı. Batı'nın Doğu'ya
karşı son kalesiydi Hasankeyf. Dicle ve Fırat o dönemlerde güç, hayat
ve aynı zamanda felaket kaynağıydı. Dicle'yi geçiş için en uygun
noktaydı.


`Bugün ayakta bulunan Hasankeyf Kalesi'nin eski Roma kalesinin
bulunduğu yere yapıldığı sanılıyor...'' Hasankeyf'te kazı yapan Prof.
Oluş Arık bu kale-kentin tarihini birkaç cümleyle böyle özetliyor.
"İslam Devri'nde Diyarbakır'la birlikte Artukluların önemli
merkezlerinden olan, tarihinin Asur ve Urartu'ya kadar indiği tahmin
edilen Hasankeyf'in bugünkü adının kökeni Asurca kipani (kaya). Bu ad
daha sonra `kaya kalesi' olarak Arapça söylenişiyle günümüze gelmiş.''


Akkoyunluların, Artukluların, Emevilerin, Abbasilerin,
Bizanslıların, Romalıların ve belki daha eskilerin de kalesi... Bu
yaşlı kale-kentin geçmişi hakkında iyi kötü bir şeyler kayıtlara
geçmiş. Örneğin, Akkoyunlular zamanında (1461-1482) Safevi Şah
İsmail'in geldiği, kız kardeşini Hasankeyf Emiri Halil Şah ile
evlendirirken nasıl şenlikli bir düğün yapıldığı ya da daha önceleri
Hısn Keyfâ'da yaklaşık bir buçuk asır boyunca (1102-1231/32 yılları
arasında) hüküm süren Artuklu hanedanının, bir yandan Urfa Haçlı
Kontluğu'yla mücadele ederken bir yandan da ilim ve kültürle nasıl iç
içe yaşadığı biliniyor.


Bir Selçuklu kumandanının soyundan gelen Artukluların kendilerine
başkent yaptıkları bu kale-kenti saraylar, bahçeler, su tesisleri,
çarşılar, hanlar, hamamlar ve taştan güzel evlerle donattıklarını,
Dicle üzerine yaptıkları yüksek ve güzel köprüyü, kurdukları
medreselerde tıp, riyaziye, mühendislik, felsefe dersleri okutulduğunu,
bu medreselerde ünlü bilginlerin yetiştiğini, kentin yalnız ilim değil
ticaretle de ünlendiğini, burada üretilen malların Dicle yoluyla
Musul'a ve Bağdat'a kadar gönderildiğini tarih kitapları yazıyor.


Bugün Dicle üzerinde yükselen ayakları bile köprünün eski görkemi
hakkında ipuçları veriyor. Ünlü Artuklu paralarının basıldığı
darphanenin yeri, kanallarla getirdikleri suyu kalenin bulunduğu tepeye
çıkaran sistem insanı hayrete düşürüyor.


Şimdilik sakin sakin akan Dicle'nin üzerine yapılması planlanan iki
baraj var. Biri Cizre Barajı. Şırnak'ın aynı adı taşıyan ilçesinin
hemen kuzeyinde. Diğeri ise Cizre'nin yaklaşık 50 kilometre kuzeyindeki
Ilısu.


Bir Ortaçağ kalesinin bütün özelliklerini taşıyan Hasankeyf'te
kuşatma dönemlerinde Dicle'ye ulaşıp su alma olanağı sağlayan gizli
geçitler bulunuyordu.


Kale, ulaşılması en güç noktada, Dicle kenarında bir duvar gibi
yükselen kayalığın üzerinde doğallıkla. Zikzaklar çizerek Dicle'ye
inen, kayaya oyulmuş gizli geçitler, yine zikzaklar çizerek kaleye
yükselen, bu arada yedi kapıdan geçen taş döşeli, basamaklı yol... Bir
yanı dev bir yarık; eski kervan yolu. Yarığın iki yanı yaklaşık bir
kilometre boyunca kaya duvar, duvarlarda mağara evler, gizli
geçitler... Bir yanı bu dev yarığa bakan, bir yanında kayaların duvar
gibi yükseldiği basamaklı yol boyunca sıralanan mağara-evler,
dükkânlar...


Paul Bowles'in Esirgeyen Gökyüzü'ndeki bir tanımını hatırlıyorum.
Turist ile gezgini karşılaştırıyor, `aradaki fark aslında bir ölçüde
zaman kavramıyla ilgilidir...'' diyor Bowles. Ben ikisinin arasındaydım
galiba. Evet, zamanım kısıtlıydı ama bir gezgin gibi kullanıyordum
zamanı. Bir turistin tam tamına bir saatte gezip inebileceği kalede
bütün bir gün kalmıştım. Her bir mağaraya girdiğimi söyleyemem. Yanımda
Hasankeyfli bir rehberim de vardı ama yine de kimilerine ulaşacak yolu,
daha doğrusu kaya geçidini keşfedemedim. Kimileri ise kaleye çıkan
basamaklı yolun kenarındaydı. Ahşap kapıları sımsıkı kapalı olanlar
dükkânlar olmalıydı.


Rehberim Hikmet Ayhan `Diyarbakır'ın nüfusu 4 binken Hasankeyf'inki
10 bindi. Dicle üzerindeki köprünün bir yanı Siirt, bir yanı Mardin'di'
diye başladı söze. `Otuz yıl önce hep evdi burası. Ben bu çarşıyı
faaliyetteyken görmüşüm. Berber vardı, yemek, eczaneci, dişçi, kırık
çıkıkçı... Çok muazzamdı,' diyordu.


`Alışveriş merkezi, yaşam buradaydı. Batman iki evdi o zaman. Şimdi
oraya giden mallar buraya geliyordu. Burada yün kumaş dokunuyordu,
tezgâhlar vardı. Mağaralarda otururken herkes o kumaşlardan elbiseler
giyiyordu...''


Dicle kıyısında gizli geçidin yakınındaki `Yolgeçen Hanı' eski günlerle ilgisi olmayan turistik bir mekân.

Anlatmaya kelimelerin yetmediği bütün bu detaylar, bütün
özgünlüğünü 30 yıl öncesine kadar koruyabilmiş bir Ortaçağ kentindeki
yaşamı, o baş döndürücü karmaşayı en ince noktasına kadar canlandırmak
için hazır bekliyor. Hem de inanılmaz bir doğal dekor içinde...


Kaledeki mağara evler 30 yıldır doğanın yıpratıcı etkisi altında.
Kimi yerleri çökmüş, olur olmaz yerlerde delikler açılmış. İstediğinden
içeri gir. Kimi odaların duvarında küçük nişler, iki yanda oyuklar;
lambalıktı belki de. Bazılarında şömine oyuntusu, kayanın içinden
yükselen duman gideri... Kimi duvarlarda sıvalar duruyor, kimilerinde
Arap harfleriyle yazılmış yazılar... Keşke okuyabilseydim.


Kale içinde kayaya oyulmuş bir küçük cami, El-Rızk Camii'ne tepeden
bakan Küçük Saray, yüzü duvar gibi dümdüz tıraşlanmış kaya kütlesinin
kenarından aşağıdaki Dicle'yi gözleyen Büyük Saray, kalenin `paratoner
kulesi'' de denilen burcu, bir büyük cami... Bu Ulu Cami'de bir kılıç
ve tarihi bir kuran bulunduğundan söz ediyor, `hutbe okunurken, imam
minberde olduğu sürece kılıç müezzin tarafından sağ elle tutulurdu.
Kılıçla alınan kentlerde bu adetti'' diyor Hikmet Aydın. Bu gelenek
1968-69 yıllarına kadar yani halk kaleden ininceye kadar uygulanmıştı.


Bu uzun gezi içinde yalnızca bir kez mola verdim. Karşı kıyıdaki
Zeynel Bey Türbesi'ne, bulutların izniyle arada sırada vuran gün
ışığını izledim. Her şey ne kadar dingindi. Bir de o iki çoban
köpeğiyle yaşadığım kâbus olmasaydı.


Karşılaştığımızda kalenin ayakta kalan son iki kapısından birinden
geçmek üzereydik, sürüye yaklaşan kurt görmüş gibiydiler. Korktuğum
gibi üzerimize atlamadılar ama o sakin, huzur ortamının bütün sihri bu
iki köpeğin hırçın havlamalarıyla uçup gitti.


Aslında, benim yaşadığım kâbusun, bir süredir Hasankeyf'i saran bir
başkasının yanında sözü bile edilmezdi. Kendini 30 yıl önce belli
etmişti. Sunay zamanıydı diye hatırlıyorlardı Hasankeyfliler. O zamana
kadar ĞRoma Devri'nden beriĞ oturulan mağaralardan aşağıda düzlükte
kendileri için yapılan afet konutlarına yerleştirilmişlerdi. Ne kadar
da iyi niyetle, aslında. Hem insanlar bu devirde mağara yaşamından
kurtulsun, hem de tarihi eserler yıpranmasın diye şüphesiz.


Mağaralar... Aralarında dubleks ya da tripleks Roma Devri villaları
bile vardı belki. Su getirilmişti, kanalizasyonu da vardı. Kışın sıcak,
korunaklı, yazın serin...


Oysa yeni konutlar... Kâbus işte o taşınmayla ilk kez kendini
gösterdi. Çünkü Hasankeyf'in aşağı şehriydi burası ve bütün kalıntılar
dozerlerle düzlenip atılmıştı söylediklerine göre.


Her şey çok sonraları fark edildi Yeni konutlar için seçilen yerin
yanlışlığı da Hasankeyf'i sular altında bırakması planlanan Ilısu
Barajı projesi de... Bu arada artık oturulmayan kalede, eski evler ve
mağaralar korumasız kalmış, doğanın etkisiyle yıpranma sürecine
girmiştir. Hasankeyf nihayet 1978'de 1. Derece SİT Alanı ilan edilir.
Ne yazık devlet bir yandan korumaya aldığı bu kenti, diğer yandan sular
altında bırakmanın, kendi kararını çürütmenin yollarını aramaktadır...


Geçtiğimiz Haziran ayında Şanlıurfa'da Başbakanlık GAP İdaresi
başkanlığında yapılan GAP Toplantısı'nın sonuç bildirgesinde Hasankeyf
için şöyle deniyor:


`Birinci Derece Arkeolojik ve Doğal SİT Alanı olan, bütünselliğini
koruyabilmiş tek Ortaçağ kenti örneği Hasankeyf bu özellikleriyle
Ortaçağ Anadolu kültür sentezinin başlangıç noktasını (ilk adımlarını)
temsil eder. Bu nedenle Hasankef'in olduğu gibi korunması birincil bir
hedeftir.'


Bu bildirgeyi imzalayanlar üniversitelerden uzmanlar sadece. Peki
ama toplantıya katıldıkları halde ne DSİ'den, ne Enerji Bakanlığı'ndan,
ne GAP İdaresi'nden bir yetkili ne de Başbakanlık başdanışmanlarından
biri... Neden biri olsun imza atmıyor?


Bunun nedeni ancak şimdi, baraj yapımı için bir İsviçre firmalar
grubunun (Sulzer-Hydro ve ABB) başkanlığındaki konsorsiyumun çoktan
kurulmuş olduğu, İngiltere, İtalya ve İsveç'ten firmaların yanı sıra
Türkiye'den Nurol, Tekfen ve Kiska'nın da buna katıldığı ve İsviçre
Merkez Bankası'ndan talep edilen kredinin garantilendiği haberlerinin
duyulmasıyla açıklığa kavuşuyor. İnşaatın da yakında başlanacağı
söyleniyor. Anadolu Ajansı'nın haberine göre de baraj inşaatı 1999'un
Mart ayında başlayacak.


Başta UNESCO olmak üzere pekçok uluslararası kuruluş önemli
anıtların tehtid edildiği durumlarda alternatif projelerin
geliştirilmesi ve anıtların yerinde korunması yönünde aldıkları ilke
kararları ve önerileriyle dünya kamuoyunu sürekli uyarıyor. Türkiye de
bu kararlara imza atıyor. Belki baraja onay veren Türk hükümeti,
uluslararası sözleşmelere attığımız bu imzaların hepimizi bağladığını
bilmiyor!..Geniş yatağının yalnızca bir bölümünden akan Dicle'nin
getirip kenarlara yığdığı kumlar, kamyonlara yüklenirken kıyıda, yine
bu kumsalda kurulan çardaklar bölge halkının eğlence ve piknik alanı
oluyor. Sıcak günlerde çardak altına sığmayanlarsa masalarını Dicle'nin
serin sularına taşıyor.Alternatif projeler mi? Anıtların yerinde
korunması için baraj kodunun düşürülmesi kabul edilebilir en uygun
çözüm gibi gözüküyor. Yeter ki bölgedeki enerji potansiyeline bir bütün
olarak bakılsın. Duyarlı çevreler ve uzmanlar baraj kodunu 50 metre
düşürerek hem Hasankeyf'i sular altında kalmaktan kurtaracak hem de
bölgedeki enerji girdisini kat kat arttıracak alternatif projeler
üretiyor, ilgililerin masalarına koyuyorlar.


Artık oturup Ilısu baraj projesini yeniden incelemekten ve
-kentlerin içinde bulundukları doğal ve fiziksel ortamın ayrılamaz
parçası olduğunu unutmadan- Hasankeyf dışarıda kalacak şekilde yeni bir
proje hazırlamaktan başka çare gözükmüyor. Baraj, Hasankeyf'in ufkunda
Demokles'in kılıcı gibi hâlâ asılı duruyor.
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz