Full albüm indir,Bedava Mp3 Yükle,Film,dizi,indir
Forumumuzdan yararlanabilmek icin üye olunuz.

Join the forum, it's quick and easy

Full albüm indir,Bedava Mp3 Yükle,Film,dizi,indir
Forumumuzdan yararlanabilmek icin üye olunuz.
Full albüm indir,Bedava Mp3 Yükle,Film,dizi,indir
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
avatar
Efekentli
S.Moderatör
S.Moderatör
Erkek
Keçi
Mesaj Sayısı : 902
Yaş : 105
Nerden : Dunya
Ruh HaliM : OĞUZ KAĞAN DESTANI Tehlik10
TaKıMım : OĞUZ KAĞAN DESTANI Galata10
Points Points : 143507
Kayıt tarihi : 10/09/08

Kişi sayfası
Aktiflik :
OĞUZ KAĞAN DESTANI Img_left100/100OĞUZ KAĞAN DESTANI Empty_bar_bleue  (100/100)
Başarı Puanı :
OĞUZ KAĞAN DESTANI Img_left100/100OĞUZ KAĞAN DESTANI Empty_bar_bleue  (100/100)
Güçlülük:
OĞUZ KAĞAN DESTANI Img_left100/100OĞUZ KAĞAN DESTANI Empty_bar_bleue  (100/100)

OĞUZ KAĞAN DESTANI Empty OĞUZ KAĞAN DESTANI

C.tesi 29 Kas. - 22:16
OĞUZ KAĞAN DESTANI

Günlerin
içinde bir gün Ay Han doğum sancılarına tutuldu. Sancıların sonunda bir
oğlu dünyaya geldi. Çocuğun yüzü göğün renginde, ağzı ateşin kızılında
gözleri bal elasıydı; saçları kara, kaşları karaydı. En güzel
perilerden daha güzeldi.

Anasının
göğsünden yalnız bir defa süt emdi, bir daha emmedi. Dile geldi; çiğ
et, aş ve şarap istedi. Hemen konuşmaya başladı. Kırk gün içinde
büyüdü. Kırk gün sonra yürüyüp oynar oldu. Ayakları sığır ayakları gibi
güçlü, göğsü ayı göğsü gibi sağlam, beli kurt beli gibi ince ve
omuzları samur omuzları gibi parlak ve oynaktı. Vücudu tüylüydü. At
sürüleri güderdi; ata biner ve geyik avına çıkardı.

Günler,
geceler geçti; bu çocuk, bir yiğit oldu. O çağda, o taraflarda çok
büyük bir orman vardı. Ormanda sayısız dereler ve bir çok ırmaklar
akıyordu. Bunun için de buraya sayısız av hayvanları geliyordu ve
binlerce avcı bekliyordu. Fakat bu ormanın içinde bir de korkunç
ejderha vardı. Bu ejderha at sürülerini de yerdi, oradaki insanları da
yerdi. Büyük, yaman, korkunç bir canavardı. Halk korkmuştu, bizar
olmuştu. Çaresizdi.

Oğuz Han ise yaman
bir yiğit olmuştu. Ejderhayı öldürmek istedi. Günlerden bir gün
kararını verdi ve ava çıktı; kargısını, okunu, yayını, kılıcını ve
kalkanını yanına aldı. Bir geyik yakaladı; geyiği, esnek bir söğüt
çubuğuyla ağaca bağladı ve çekilip gitti. Ertesi gün, tanyeri ağarırken
geldi. Baktı ejderha geyiği olduğu gibi yutmuş. Bu sefer de bir ayı
yakaladı; onu da altın kemeriyle tutup ağaca bağladı ve yine oradan
savuştu.

Gün battı, gece oldu sonra
yine tan vakti geldi çattı. Tan ağardığında Oğuz Han ormana geldi.
Bunun üzerie ağacın dibinde kendisi durup canavarı beklemeye başladı.
Az sonra da canavar geldi. Başı ile Oğuz' un kalkanına vurdu ise de
Pğuz Han kargısını vurup canavarı öldürdü, kılıcıyla da canavarın
başını kesti. Canavarın başını alıp gitti; döndüğünde bir ala doğanın
canavarın barsaklarını yemekte olduğunu görünce okunu yayını gerip attı
ve ala doğanı da öldürdü. Onun da başını kesti. Bunun üzerine durup
düşündü ve kendi kendine dede ki; "Canavar, hem geyiği hem
de ayıyı yedi, canavar geyikten de ayıdan da güçlü idi. Ama kargım
canavarı öldürdü çünkü kargım demirdendi. Ala doğan ise canavarı yedi;
yayımla okum da ala doğanı öldürdü. Yayımla okum da ala doğanı öldürdü.
Yayımla okum bakır olduğundan ala doğanı öldürdü
" dedi. Bırakıp gitti.

Yine
aylar ve günler geçti. Günlerin içinde bir gün Oğuz Kağan yine ormana
gitti ve orada Tanrıya yalvarmaya başladı. Derken birden bir karanlık
bastı. Gökten bir mavi ışık indi. Bu mavi ışık güneşten de aydan da
parlaktı. Oğuz Kağan kalkıp yürüdü; mavi ışığın ortasında bir genç
kızın olduğunu gördü. Kız mavi ışığın orta yerinde tek başına
oturuyordu. Çok güzeldi. Başında, kutup Yıldızı gibi parıl parıl
parlayan bir yıldız vardı. Kız, öyle güzel öyle güzeldi ki, güldüğü
zaman mavi gök de gülüyordu ve ağladığı zaman gök yüzü de ağlıyordu.
Oğuz Kağan kızı görünce aklı başından gitti, kızı sevdi, aldı.

Günlerden
ve gecelerden sonra bu çok güzel kızın, gözleri parıl parıl yandı. Üç
erkek çocuk doğurdu. Birine Gün adını verdiler. İkincisinin adına Ay
dediler, üçüncüsüne de Yıldız diye çağırdılar. Çocuklar doğup büyümeye
başladığı günlerden birinde Oğuz Kağan ava çıktı. Avda, bir göl
ortasında bir ada, adada da bir ağaç gördü. Baktı ki bu ağacın
kovuğunda bir kız oturmakta; yalnız hem de pek güzel, alımlı alımlı.
Gözleri gökler gibi ak mavi, saçları ırmak dalgası gibi ığıl ığıl ve
dişleri inci gibiydi.

Kız öyle güzeldi
ki tarifi imkansızdı. Herhangi bir insan görse düşüp bayılaabilirdi,
sütten kımız olabilirdi. Oğuz Kağan da kızı görünce böylesine aklı
başından gidip yüreğine bir yanar ateş düştü. Kızı bir görüşte sevdi,
onu da aldı. Bundan sonra günler gecelere karıştı, geceler günlere
karıştı, bir sabah bu kızın da gözleri yalım yalım ışıldadı. Bu da üç
erkek doğurdu. Ötekiler gibi bu çocukların da birincisinin adını Gök
koydular. İkincisine Dağ adını verdiler ve üçüncüsüne de Deniz deyip
öyle çağırdılar.

Bu işler olup
bittikten sonra da Oğuz Kağan büyük bir toy verdi. Çağrılan çağrılmayan
bir birbirine danışıp geldiler. Türlü şlar, tepeleme etler, ırmak gibi
kımızlar yenilip içildi. Çok güzel eğlence ve yeme içme oldu. Toydan
sonra Oğuz Kağan Beylere konuklara yarlık verdi, onlara dedi ki;

"Ben sizlere oldum Kağan,
Alalım yay ile kalkan,
Talih olsun bize nişan,
Bozkurd sesi savaş naramız olsun.


Oğuz
Kağan, böylece konuştuktaan sonra dört bir yana fermanlar yolladı,
bildiriler gönderdi. Elçilerini yola çıkardı. Elçilerin götürdüğü
ferman ve bildirilerde diyordu ki; "Ben Uygurların Kağanı'
yım hem de dört bir yanının Kağanı sayılırım. Sizlerden de bana baş
eğmenizi istememekteyim. Kim benim buyruğumu dinler ise onun
hediyelerini alırım ve onu kendime dost bilirim. Kim benim buyruğumu
dinlemez, baş eğmez ise gazaplanırım, onu düşman bellerim ve çerilerimi
üzerine yollarım Baskın yapar tutar onları astırırım, yok ettiririm.
"

O
çağlarda, Oğuz' a yakın sağ yanda Altun Kağan denilen bir Kağan
bulunuyordu. Altun Kağan, Oğuz Kağan' a elçileri ile birlikte sayısız
altın ve gümüş tartıp ölçüsüz kıymette yakut taşları ve paha bulunmaz
mücevherler gönderdi, saygılarını sundu; Oğuz Kağan' ın buyruğunu
dinledi. Gönderdiği vergilerle Oğuz' un dostluğunu temin etti. Her
ikisi de dost oldular.

Yine o çağda
Oğuz' a yakın sol yanda Urum denen bir kağan vardı. Urum Kağan' ın
çoktan da çok çerisi ve çoktan da çok şehirleri vardı. Bu çoktan da çok
çerileri ile çoktan da şehirlerine güvenip bu Urum Kağan Oğuz Kağan' ın
buyruğunu dinlemedi. Onun dostları arasına girmedi. "Oğuz' un sözlerini
tutmam!" diyerek fermana küküm vermedi. Bunu duyan Oğuz Kağan gazaba
geldi. Urum Kağan' ın üstüne asker saldı. çeri ile atlanıp tuğlarını
açıp yürüdü.

Kırk gün gittikten sonra
Muz dağı denilen bir dağ vardı, onun eteğine geldi. Burada çadırını
kurdurdu, yatıp dinlendi, uyudu. Sessizlik oldu. Ertesi gün, daha henüz
gün doğarken Oğuz Kağan' ın çadırına güneşten parlak bir ışık girdi. Bu
ışıktan gök tüylü, gök yeleli kocaman bir erkek kurt peyda oldu. Kurt
dile geldi, Oğuz Kağan' a söz söyledi, Oğuz Kağan' a söz söyledi. Dedi
ki; "Oğuz, Oğuz ey Oğuz. Sen Urum üstüne yürümek dilersin; ey Oğuz ben de senin yolunda yürümek istiyorum."

Oğuz
kalkıp baktı, bir şey göremedi; çadırı toplattı.Gitti. Gördi ki çerinin
en önünde gök tüylü, gök yeleli, kocaman bir erkek kurt yürümektedir. O
kurdun ardı sırada bütün ordu yürümektedir. Böylece gittiler. Nice
günlerden sonra gök tüylü gök yeleli kurt durdu. Oğuz da çerisini
durdurdu. Burada bir deniz vardı adına İtil Müren deniliyordu. İtil
Müren' in yanı bir kara dağ idi. İşte bu kara dağın eteğinde savaşlar
oldu. Okla, cıda ile ve kılıçla vuruşup savaştılar.

Savaşlar
ve vuruşmalar öyle bir kızıştı ki sonunda İtil Müren' in suyu
kıpkırmızı yencefil gibi aktı Oğuz Kağan yendi. Urum Kağan ise kaçtı
kurtuldu. Oğuz Kağan bundan sonra Urum Kağan' ın kağanlığını elinden
aldı, halkını elinden aldı. Çok, pek çok ganimetler kazandı, bir
zenginliktir her yana doldu.

Urum
Kağan' ın bir de kardeşi vardı adına Uruz Beg derlerdi. uruz Beg, kendi
oğlunu, yüksek dağ başında iki yanı derin ırmak vadisinde çok, sağlam
yapılmış hem de çok sağlam korunur bir şehir vardı, oraya yolladı.
Yollarken de "Şehri iyi korumak gerekir, iyi koruyup bize saklamak gerekir öyle yapsın, vuruşmalardan sonra gelesin" diye tenbih etti.

Gelgelelim
Oğuz Kağan bu şehrin üstüne de yürüdü. Uruz Bey' in oğlu, bunu görünce
Oğuz Kağan' a pek çok altın ve güömüş yolladı. Oğuz Kağan' a "Sen
benim kağanımsın; babam bana bu şehri verdi ve şehri koru,
vuruşmalardan sonra da bana gel, diye tenbih etti. Babamın sana kızması
benim suçum mu? Ben senin buyruğunu yerine getirmeye söz veriyorum.
Sana vergi verir, dostluktan ayrılmam
" dedi, boş eğdi.

Oğuz Kağan, yiğidin sözlerini beğendi, sevindi; güldü ve dedi ki:

"Bana çok altın yolladın, Şehrini iyi korudun."

Böyle dediği için de yiğide Saklap adını koydu ve ona dostluk gösterdi.

Ondan sonra çerisini aldı yine yürüdü ve Oğuz Kağan İtil denen ırmağı büyük bir ırmaktı. Oğuz Kağan ırmağı görünce: "itil suyunu nasıl geçeriz?" diye sordu.

Çerinin
arasında bir bey vardı ki adına Uluğ Ordu Bey derlerdi. Akıllı bir er
idi. Uluğ Beğ, ırmağın yakınında çok sık ve sağlam dalla ve ağaçlar
olduğunu görünce ağaçları kesti; ğacın birine yattı, karşıya geçti.
Oğuz Kağan çok sevindi, güldü, dedi ki;

"Ey ey sen burda beğ ol, kıpçak denilen bağ ol." Ve yürüyerek gittiler.

Ondan
sonra Oğuz Kağan yine gök tüylü, gök yeleli kocaman erkek kurdu gördü
Gök tüylü, gök yeleli kocaman erkek kurdu gördü Gök tüylü gök yeleli
kurt Oğuz Kağan' a: "Oğuz şimdi sen çeri ile buradan atlanıp yürü;
atlanıp halkını da beğlerini de götür. Ben senin önünden gideceğim sana
yol göstereceğim." dedi.

Tan
ağardığında Oğuz Kağan gördü ki erkek kurt çerinin önünden
yürümektedir. Sevindi, öne geçip ileri gitti. Oğuz Kağan atlarının
içinde en çok alaca aygırı severdi, bunun için de hep bu aygıra
binerdi. Yine alaca aygıra binmişti. Yolda, mola verilince Oğuz Kağan'
ın aygın gözden kayboldu, kaçıp gitti, gitti. Orada bir ulu dağ vardı,
tepelerinde don buz eksik olmazdı, doruğu donun buzun soğuduğunda ap
aktı. Onun için adına Buz Dağı derlerdi. Oğuz Kağan' ın aygırı Buz dağ
içine kaçıp gitmişti. Oğuz Kağan bundan çok acı çekti.

Oğuz
Kağan' ın ordusunda bir beğ var idi ki yiğit, kahraman bir er idi. Hiç
bir şeyden korkmazdı. Yürüyüşe de soğuğa da dayanıklıydı; Buz dağına
vurdu gitti. Dokuz gün sonra aygırı yedekleyip alıp Oğuz Kağan' a
getirdi. dağda çok soğuk olduğundan karlara bulanmıştı, ap aktı. Oğuz
Kağan sevincinden güldü. "Sen bu çevredeki beğlere baş ol, senin adın
ebediyyen Karluk olsun" dedi. Ona hazineleri bağışladı, yürüyüp gitti.

Yolunun
üstünde bir büyük ev vardı, Oğuz Kağan gelip gördü; evin duvarları
altından, pencereleri gümüştendi. Çatıları demirdendi ve kapısı
kapalıydı. Orduda becerikli, elinden her iş gelir bir er vardı; adına
Tömürtü Kağul diyorlardı. Oğuz Kağan ferman etti dedi ki: "Sen burada
kal, aç. Kapıyı açtıktan sonra gel orduya katıl!.

Bu
yüzden Tömürtü Kağul' a ondan sonra Kalaç adını verdi ve gitti. Gök
tüylü yeleli kocaman erkek kurt bir gün durdu, yürümedi. Oğuz Kağan da
durdu, yürümedi. Olduğu yere çadırını kurdurttu. Burası otsuz, çorak
bir yerdi. Atları, öküzleri çok, buzağıları çok; altınları,
mücevherleri ve gümüşleri çoktu. Çürçüt Kağan' la milleti Oğuz Kağan' a
durdular, savaş oldu. Oklarla kılıçlarla vuruştular. Oğuz Kağan üstün
geldi, yendi. Çürçüt Kağanını bastı, öldürdü. Başını kesti, Çürçüt
halkını buyruğu altına aldı. Bu savaştan sonra Oğuz Kağan' ın
çerilerine öyle bir dolu mal ve ganimet kaldı ki sayısı bellisizdi.
Yükleyip götürmeğe ne at ne katır ne de öküzler yetti.

Oğuz
Kağan' ın ordusunda yine bir ev var idi, hem akıllıydı hem de çok
becerikliydi, bunun adına da Barmağlığ çoşun Billing denirdi. Becerikli
usta olan bu Barmağlığ çoşun Billing bir kağnı yaptı. üstüne
ganimetleri koydu doldurdu. kağnının önüne de canlı malları koştu,
atları katırları, öküzleri koştu. O canlı mallar, bu cansız ganimetleri
çekip götürdüler. Görenlerin hepsi de şaşıp kaldılar. Herkes, daha çok
kağnı yaptı. Görenler, kağnılar gitmekte iken kanga kanga kangaluğ diye
sesleniyorlardı. Bunun için Barmağlığ Çosun Billing' in yaptığı
nesnenin adı kağnı olup kaldı.

Oğuz
Kağan, kağnıları görünce gülüp kaldı ve dedi ki: "Kanga kanga ile
cansızı canllı yürüttü, Kangaluğ da sana ad oldu, bunu kağnı böylece
belirtsin" dedi ve oradan da yürüyüp gitti. Daha sonra gök tüylü gök
yeleli kocaman erkek kurt ile birlikte Sind, Tongut ve Şam taraflarına
at sürüp vardı. Bir çok savaşlardan sonra oraları da alıp ülkesine
kattı, oralarda da buyruğunu yürüttü. Oraları da öz yurdu arasına
soktu, yendi, bastı.

Söylenmeden
kalmasın yeri yurdu belli olsun, aşağılarda Barkan denen bir ülke
vardı. Büyük, varlıklı bir yurttu. Havası çok sıcaktı. Avları, kuşları
çok boldu. Altını da çoktu gümüşü de, mücevherleri de, Gelgelelim
halkının yüzü kapkaraydı. Barkan adlı bu ülkenin Kağanının adı ise
Masar' dı. Oğuz Kağan onun üstüne de yürüdü. Çok yaman bir savaş oldu.
Oğuz Kağan yine üstün geldi. Masar Kağan ise kaçtı; kurtuldu. Oğuz
Kağan' ın dostları sevindi, düşmanları ise kaygılandılar.

Oğuz
Kağan Masar Kağanı' da yenince sayılmayacak kadar ganimet ve at
sürüleri alarak yurduna döndü. Adını anmadan olmaz, bilinsin ki oğuz
Kağan' ın yanında ak sakallı, ak saçlı, çok akıllı bir yaşlı kişi
vardı. Anlayışlıydı, doğru düşünür, doğu konuşurdu. Oğuz Kağan' ın
danışmanıydı adı da Uluğ Türük idi. İşte bu Uluğ Türük günlerden bir
gün bir düş gördü. Düşünde bir altın yay üç tane de gümüş ok gördü. Bu
altın yay, gün doğusunda ta gün batısına kadar gerilmişti. Üç gümüş ok
da kuzeye doğru uçuyordu.

Uykudan
uyanınca Uluğ Türük günlerden bir gün bir düşünde gördüğü Oğuz Kağan' a
anlattı. Ve dedi ki: " Oğuz Kağan' ım, sana hayat bunca olsun, sana
dirlik hoşça olsun. Gök Tanrı düşümde ne verdiyse gerçek olsun, Tanrım
bütün yer yüzünü senin nesline bağışlasın" dedi. Oğuz Kağan da Uluğ
Türk' ün sözlerini beğendi. Öğüdlerini dinledi. Öğüdünü de tuttu;
yerine getirdi. Ertesi gün, küçük büyük bütün oğullarına buyruk salıp
yanına getirtti. Onlara dedi ki: "Benim gönlüm av diliyor. Kocadığım
için varıp gidemiyorum. Şimdi siz:

(Gün,
Ay Yıldız! Gün doğusuna doğru varıp gidin. Gök, Dağ, Deniz. Siz de gün
batısına doğru gidin) dedi. Bu buyruk üzerine oğullarından üçü de gün
batısına doğru. Gün, Ay, Yıldız bol avlar avladı, çok kuşlar vurdu ve
sonunda yolda bir altın yay buldular. Aldılar, getirip Oğuz Kağan'
averdiler. Oğuz Kağan çok sevindi. Güldü. Yayı üçe böldü.

"Ey büyük oğullarım. Yay sizlerin olsun. Yay gibi olup okları göğe kadar atın" diye konuştu.

Gök
Dağ ve Deniz ise gün batısına doğru çok avlar bulup çok kuşlar
avladıktan sonra dönerken yolda üç gümüş ok buldular. Aldılar, getirip
Oğuz Kağan' a verdiler. Oğuz Kağan yine sevindi, yine güldü ve okları
üçe bölüp küçük oğullarına verirken:

"Ey küçük oğullarım! Okları size verdim. Yay oku atar, sizler oklar gibi olun!." dedi.

Bunlardan sonra da Oğuz Kağan büyük kurultayı topladı. Herkesi çağırdı. Çağıranlar gelip danışdılar, oturup beklediler.

Oğuz Kağan büyük otağının sağ tarafına kırk kulaç uzunluğunda bir ağaç direk diktirdi, tepesine de bir altın koyun bağladı.

Yine
Oğuz Kağan büyük otağının sol yanına kırk kulaç uzunluğunda bir ağaç
direk diktirti. Onun tepesine de bir gümüş tavuk koydurdu ve dibine bİr
kara koyun bağladı. Sağ yanda Bozoklar oturdular sol tarafta da Üçoklar
yerlerini aldılar. Kırk gün kırk gece yenildi içildi, eğlenildi,
gülündü. Kırk gün kırk gece geçtikten sonra Oğuz Kağan oğulları
arasında yurdunu paylaştırdı ve ondan sonra dedi ki:

"Ey
oğullarım ben çok yaşlandım, çok savaşlar gördüm, Cıda ile çok ok
attım, Aygır ile çok yollar aştım, Düşmanları ağlattım, Dostlarımı
güldürdüm, Gök Tanrı' ya olan borcumu ödedim, Size de yurdumu verdim
.
"

kaynak: Türk Destanları-M.Necati Sepetçioğlu
Sayfa:45-57
Sayfa başına dön
Similar topics
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz